Haber

Dil planlaması ve Kürtçenin durumu

Kürt dilinin korunması ve geliştirilmesine yönelik çalışmalar gün geçtikte artıyor. Özellikle, dil planlaması konusu her zamankinden daha fazla Kürt kurum ve kuruluşlarının gündemine giriyor. Son olarak 18-19 Mayıs 2024 tarihlerinde Van Eğitim-Sen Şubesi öncülüğünde, Van Barosu ve Mezopotamya Vakfı’nın desteğiyle Van’da bir sempozyum düzenlendi. Dört oturumdan oluşan ve iki gün süren sempozyumda, dil planlaması ve Kürt dilinin durumu birçok açıdan ele alındı.

Benim de “Dilleri Canlandırma ve Kürtçenin Durumu” başlığı altında bir sunumda bulunduğum ilk oturumda dil planlaması konusu tartışıldı. Aynı oturumda akademisyen Dr. Mikail Bülbül, ulus kavramının tanımı ilgili birkaç teorik düşünce ve görüşleri sunduktan sonra Kurmancca Kürtçesinin standardizasyonu çalışmalarından bahsetti. Ardında da araştırmacı Dr. Nadir Güntaş Aldatmaz, yaptığı sunumda Zazacanın içinde bulunduğu durumu, standartlaştırma çalışmalarını, özellikle de Vate Çalışma Grubu’nun yaptığı çalışmaları ve Vate Yayınevi’nin çıkardığı ürünlerle ilgili geniş bir bilgilendirme yaptı.

Sempozyum’ un ikinci oturumu dil hakları ve hukuki durumla ilgiliydi. Bu oturumda Sabir Abdulahizad “Uluslararası Hukuk Sisteminde Dil Hakları”, Ekrem Koçbaş ise “Türkiye’de Dil Hakları ve Kürt Dilinin Durumu” hakkında konuştu. Avukat Sipan Gökhan da “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarının Dil Haklarının Korunmasına Etkisi” ne dikkat çekti. Bu oturumun son konuşmacı Bask Dili Vakfı temsilcisi Agurne Gaubeka Erauskin ise “Bask Ülkesinde Dil Hakları ve Politikaları: Mevcut Durum, Engeller ve Zorluklar” başlığı altında yaptığı sunumunda Bask ülkesindeki dilin durumu hakkında ayrıntılı bilgiler verdi.

Sempozyumun ikinci gününde Kürtçe eğitimi konusu birçok açıdan değerlendirildi. Ancak işlerimden dolayı o panelleri takip edemedim, dolayısıyla o panellerin içeriği hakkında bir şey söyleyemem. Bu yazıda kendi sunumum ile ilgili birkaç şey söylemek istiyorum.

Sömürgecilik ve Dil

Bugün dünya çapında yaklaşık 7.000 dil var, ancak bu yüzyılın sonunda bu dillerin yarısının konuşanlarını kaybedeceğine inanılıyor. Bugün birçok dil tehlike altında. İlginçtir ki bugün dünya nüfusunun yarısından fazlası sadece 13 dil konuşuyor. Bazı dillerde konuşanların azalması ve yokluğu ne doğa olaylarının sonucu ne de olağan bir olaydır. Bu durum yüzyıllar süren işgallerin ve bu işgallerle birlikte yürütülen ırkçı politikaların doğrudan sonucudur.

Dil, egemenliğin ve zorbalığın güçlü bir aracıdır. Sömürgeciler, dilin hem bir iletişim aracı hem de bir gruba üyeliğimizi gösteren bir sembol olduğunu herkesten daha iyi bilirler. Bununla birlikte, dil kültürün bir parçasıdır ve kültürünü bilmek ve tanımakla kişi güç ve yetenek kazanır. Sömürgeciler amaçlarını ve taleplerini yerine getirmek için gücün dilini ve dilin gücünü birlikte kullandılar. Dolayısıyla işgalci yaklaşımlar, ezilen halkların dillerini bilerek modern yaşamla uyumayan ve geri kalmış diller olarak tanımladılar ve böyle bir algıyı topluma hâkim kılmaya çalıştılar, hala da çalışıyorlar. Dünyadaki çoğu dil, bu dil(kırım) politikalarının bir sonucu olarak bugünkü durumuna düşmüştür.

Dilkırım Soykırımdır

Michael Walsh, “Dil Yemek Gibidir”[1] adlı makalesinde, dil ile sağlık arasında güçlü bir bağlantı olduğunu belirttir. Örneğin, kültürlerine ve dillerine geri dönenlerin psikolojik hastalıklarla karşılaşma olasılığı daha düşüktür ve bu tür insanlarda intihar vakaları da daha az görülmektedir. Hatta şeker hastalığına yakalanma olasılıkları bile daha düşüktür. İnsanların ruh sağlığını zedeleyen temel bir nedenlerden başında çocukların ailelerinden zorla alınarak egemen dilde zorunlu eğitime tabi tutulması gösterilmektedir.

Dilbilimci Tove Skutnabb-Kangas’a[2] göre, dilsel insan haklarının eksikliği, dillerin kaybı için bir tehdit oluşturuyor. Egemen bir dilin zorla eğitim dili olarak dayatılması soykırım olarak nitelendiriyor. Adı geçen dilbilimciye göre, bir dili destekleme politikaları, bir başka dilsel grubu yok etmek amacıyla sürdürülmektedir ve bu o grup için soykırımı anlamına geliyor. BİRLEŞMİŞ MİLLETLER Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin ikinci maddesi şu hükümlerden oluşmaktadır:

a) Bir grubun üyelerini öldürmek;

b) bir grubun üyelerine zihinsel ve zihinsel olarak zarar vermek;

c) bir grubun tamamen veya yarı yarıya fiziksel başarısızlığına neden olan politikalar izlemek;

d) Bir grubun çocuk doğurmasını engelleyen bazı savunmaları uygulamak;

e) Bir grubun çocuklarını zorla başka bir grubun mensubu haline getirmek.

Skutnabb-Kangas’a göre eğitim yoluyla çocukların asimilasyonu, 2b ve 2e maddelerini ihlal etmek anlamına gelir ve bu nedenle soykırım suçlarına girer.

Toplum-Temelli Dil Planlaması

Bu dil(kırım) politikalarına karşı, dillerin korunması ve geliştirilmesi için çalışma ve mücadele yürüten kişi ve kurumlar ortaya çıkmıştır. Daha önce, dil politikası ve planlaması üzerine akademik olarak çalışanlar, devletlerin tutum ve yaklaşımının, dilin korunması ve geliştirilmesi mücadelesinin başarısında belirleyici bir güç olduğuna inanıyorlardı. Bu nedenle, devlet görevlilerinin tutumuna ve devlet görevlilerini ikna etme çalışmalarına daha fazla ağırlık veriyorlardı. Ancak son zamanlarda yapılan çalışmalar, devlet görevlilerinin tutum ve davranışları kadar dil konuşucularının istek ve motivasyonlarının da önemli olduğu sonucuna varmışlardır.

Bu temelde, Toplum-Temelli Dil Planlaması (Community-Based Language Planning)[3] adı verilen yeni bir kavram ortaya çıkmıştır. Toplumun tüm kesimlerinin sürekli çalışması ve çok yönlü mücadelesi ile yürütülecek bu planlama, toplumdaki tüm birim ve bireyleri içine alacak şekilde yürütülmelidir.

Toplum-Temelli Dil Planlaması, aşağıdan yukarıya doğru kitlesel bir mücadele ile yürütülmelidir. Toplumun kendisi bu planlamanın merkezinde yer alır ve tüm çalışmaların temel yürütücüsüdür.

Bu tür bir planlama, devlet desteğinden mahrum kalan Kürt toplumu gibi topluluklar için dilleri korumanın ve geliştirmenin en uygun yoludur. Günümüzde dilbilimciler arasındaki en güçlü inanç, bir dilin kaderinin o dili konuşanların elinde olduğu yönündedir. Eğer insanlar bu alanda örgütlenir ve çok yönlü ve kitlesel bir mücadele yürütürlerse, hiçbir güç onların dilini ortadan kaldıramaz.

Kaynakça:

[1] Walsh M. (2018). Language is Like Food (S.5-11) The Routledge Handbook of Language Revitalization (Edited by Hinton, Huss, Roche) de, Routledge, New York.

[2] Skutnabb-Kangas T. (2018), Language Rights and Revitalization (s. 13-21), The Routledge Handbook of Language Revitalization (Edited by Hinton, Huss, Roche) de, Routledge, New York.

[3] L. McCarty, T. (2018). Community-Based Language Planning (s.22-35), The Routledge Handbook of Language Revitalization (Edited by Hinton, Huss, Roche) de, Routledge, New York.

kula-ajans.com.tr

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu